14 Ağustos 2010 Cumartesi

Kırşehir - Kaman'da Arzın Merkezine Seyahat

Kırşehir, deyim yerindeyse anadolunun göbeğinde konumlanmış, Kayseri ve Ankara gibi önemli iki kentin arasında ve bunları birleştiren otoyol üzerinde yer alan mütevazı bir anadolu şehri.

İşte tam da bu yol üzerinde (ve birazda içeride) Kırşehir'in kendi gibi küçük ve bolca avrupa'ya işçi gönderen bir ilçesi mevcut : "Kaman".

Ülkemizde "Alamancı" diye de tabir ettiğimiz yurtdışına (özellikle avrupa kıtasındaki ülkelere) çalışmaya giden insanların yoğun yaşadığı bir yer burası. Dışarı verdiği bu göçlerle beraber "Kaman" dönemlik olarak dünyadan göç alan bir ilçe. Nasıl mı?

Dünyadan Göç Alan İlçe !

Yazın memleket hasreti ile Türkiye'ye dönen gurbetçilerle beraber bir çeşit "entelektüel mevsimsel işçilik" sezonu da başlıyor Kaman'da ve kazı dönemi boyunca başta Japonya olmak üzere dünyanın farklı yerlerinden pek çok arkeolog buraya geliyor. Çünkü bu bölgede bulunan ve binlerce yıllık geçmişe sahip "höyük"ler, hem anadolu hem de dünya tarihi kronolojisinin incelenmesi ve tekrar gözden geçirilmesine yardımcı olabilecek önemli çalışma sahaları anlamına geliyor.

Höyük Şeklinde Yapılmış Müze Binası
(höyük: tarih boyunca çeşitli nedenlerle yıkılan yerleşim bölgelerinin üzerine zaman içinde tekrar yerleşim yerlerinin kurulması ile oluşan, içi bu dönemlerin kalıntılarını barındıran yayvan tepe. Bu katmanlanmanın birden fazla defa cereyan etmesi halinde, üstten alta doğru bir zaman tüneline benzeyen çok katmanlı höyükler oluşmaktadır.) 

Yaşadığımız anadolu toprakları ve bilhassa iç anadolu tam bir höyükler cenneti. Arkeoloji araştırmaları alanında çok önemli olan höyüklerden sadece bu bölgede ilk akla gelen ve kazı çalışmaları bulunanlar Kalehöyük (Kırşehir, Kaman), Yassıhöyük (Kırşehir, Çayağız), Büklükale (Kırıkkale, Karakeçili)...

Kaman'da Japonlar
Bölgenin benim merceğime girmesini sağlayan ise Japonların bölgeye olan ilgisi, yatırımları ve araştırmaları oldu. Temmuz ayı içerisinde de bu bölgeyi ziyaret etme şansımız oldu.

Bu yıl Türkiye'de Japonya Yılı olması hasebiyle gerçekleştirilen organizasyonlar kapsamında Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi ve Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü'nün açılış töreni gerçekleştirildi. Prens Mikasa ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay gibi önemli isimlerin de iştirak ettiği açılışa, belki haberlerde veya internette rastladınız.

1985'ten beri yapılan kronolojik çalışma tablosu.
Ama bu bölgede yapılan çalışmalar Japon yılı gibi yakın dönem projelerine sığamayacak kadar eski ve köklü bir geçmişe sahip. Bundan tam 25 sene evvel 1985'de başlamış buradaki incelemeler. O günden bugüne düzenli süren çalışmalar, 1998 yılında Prens Takahito Mikasa önderliğinde kurumsallaşmış ve Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü kurulmuş.

Dr. Sachiro Omura Bey'i dinlerken.
Yıllardır buradaki kazı faaliyetlerine önderlik eden Dr. Sachiro Omura Bey ile de kısaca tanışma imkanı bulduk. Bizimle pek ilgilenemese de (yanında Japon misafirler vardı.) akıcı Türkçe'si ile birkaç sorumuza cevap verdi. Türkiye'de arkeoloji alanında değerlendirilebilecek onlarca yer varken neden burayı tercih ettiklerini sorduğumda ise "Burası dünyanın merkezi, burası dünyanın tarihi, çok önemli" diyerek cevap verdi. Yine Dr. Sachiro Omura Bey, henüz bu höyükte tüm katmanların inceleme çalışmalarının bitmediğini, kendilerinin birkaç bin yıl geriye kadar ancak gidebildiğini ama buradaki bulguların on bin yıl kadar öncesine kadar gittiğini söyleyerek daha uzun yıllarca çalışmaların süreceğini belirtti.

Kalehöyük dışında, bölgedeki başka yerleşimlerde de kazı çalışmalarının artırılacağını da söylediler.

Yani burada Dr. Sachiro Omura ve ekibi adeta arzın merkezine doğru bir seyahate çıkmışlar. Hem katman katman ilerleyerek gerçekten yüzeyin altına ilerliyorlar, hem de metaforik olarak tarihin tam göbeğine, binlerce yıl öncesi uzanan bir seyahate çıkıyorlar burada.



Müze ve Japon Bahçesi
Bugün gelinen noktaya baktığımızda ise görünen tablo mükemmel. Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü, Kaman- Kalehöyük Arkeoloji Müzesi  ve Prens Mikasanomiya Japon Bahçesi ile beraber pırıl pırıl bir tesisler bütünü.

Höyük ve yapılan kazı çalışmalarının dev maketi
Müzenin dış görünümü bir bina gibi değil, "höyük" modeli gözetilerek bir tepeciğe benzetilmiş. İç mekanlar çok modern, temiz ve ışıl ışıl. İçeri girdiğinizde elinize müzeye dair tanıtım broşürleri veriliyor. Müzede 25 yıldır yapılan kazılardan elde edilen eserler, yapılan çalışmaların fotoğrafları, dev bir höyük maketi ve birinci katman olan Osmanlı Dönemi yerleşim yerinin 3D modellemesi sizleri bekliyor.


Müze içerisindeki tüm bilgilendirme tabloları ve şekiller Türkçe, Japonca ve İngilizce beraber tanzim edilerek uluslararası seviyede faydalanım düşünülmüş.
 
Mikasanomiya Japon Bahçesi
Bu şık arkeoloji müzesinin hemen yanında ise yine çok zarif bir Japon Bahçesi bulunuyor. Prens Mikasanomiya onuruna 1993 yılında açılan bu bahçe aynı zamanda Japonya dışında düzenlenmiş en büyük Japon Bahçesi ünvanını taşımakta.


Rengarenk Balıklar
Havuzları, bu havuzlara akan su yolları, irili ufaklı köprüleri, yürüyüş yolları ve suyun içinde yüzen rengarenk Japon balıklarıyla süslü bu bahçe bozkırın ortasında beklenmedik bir Japon tebessümüyle karşılıyor sizi.

Yıllardır buraya gelip giden, binlerce kilometre uzak bir memleketin çocukları olan Japon araştırmacıların ve elbette başta Dr. Sachiro Omura Bey'in sebatı, çalışması, özverisi ve heyecanını yakından görmek çok etkileyiciydi. Minik fırça darbeleriyle toprakla savaşarak, belki de bir cerrah hassasiyetiyle çalışarak elde ettikleri bu güzel hasatın memnuniyeti vardı yüzlerinde.

Ve ben bir kez daha bu disiplinli insanlar ve bizlerin karşılıklı öğrenecek ne kadar çok şeyimizin olduğunu düşündüm.

Ayrıca imar edilmiş bu güzel bölgeyi görünce -klişe de olsa- hala anadolunun onlarca yerindeki, kimisi dağda taşta, yolun yolcunun uğramadığı bir yerlerde unutulmuş, kimisi birilerinin tarlasında, bahçesinde kalmış, kimi ise (belki de en acısı) define, gömü dedikoduları sebebiyle yok yere harap edilmiş & yok edilmiş tarih ve kültür mirasımız geliyor aklıma.

İnşallah bundan sonra toplumsal bakış açımız biraz değişir de İstanbul UNESCO "Dünya Kültür Mirası" (World Heritage List) listesinde kalacak mı yoksa düşecek mi diye hop oturup hop kalkacağımıza, o seviyeye başka hangi değerlerimizi taşıyabiliriz diye çaba sarfedilir hale gelir. Öyle ya burası dünyanın merkezi, dünyanın tarihi...

(Bireysel ziyaretçiler için bilgi tabelaları dışında herhangi bir rehber (kişi) bulunmamakta. Böyle bir rehber ile gezme imkanı bulunsa idi konunun uzmanı olmayan kişilerin neyin önemli olduğunu ve neyin "ne" ifade ettiğini daha rahat anlaması açısından daha faydalı olurdu diye düşünüyorum. Birde dağıtılan broşürde de geçen resmi site olan http://www.jiaa-kaman.org adresinin Japonca ve İngilizce dil seçeneği mevcutken Türkçe dil seçeneği bulunmamasını yadırgadım. En kısa zamanda bu önemli eksikliğin giderileceğini ümit ediyorum.

Elbette bu nezih mekanı tarih, arkeoloji vb. bilimlerde tahsil görenler başta olmak üzere, konunun ilgililerinin de ıskalamaması gerektiğini tekrarlıyor ve yolu buralardan geçenlere de bu ilginç "arzın merkezine Japonlarla seyahat" etme fırsatını değerlendirmelerini tavsiye ediyorum.)

9 Ağustos 2010 Pazartesi

65. Yılında Nagazaki ve Hiroşima'da Atom Felaketi

Bugün 9 Ağustos 2010.

Tüm ülke olarak uzun zamandır yaşamadığımız sıcaklarla bunalıyoruz. Ankara son 30 yılın en sıcak yazını yaşıyor.

Ve akıllara bundan tam 65 sene evveli geliyor. Asya kıtasının doğu ucunu tutan Japonya 1945'in bu zamanları en karanlık günlerini yaşıyordu.

6 Ağustos'da Hiroşima kenti "Enola Gay" isimli uçak (ki bu pilotun annesinin ismiydi.) tarafından bombalanmış, Japonya'nın koşulsuz teslim olması istenmiş, ama İmparator Hirohito bu teklifi kabul etmemişti. Bu red üzerine 9 Ağustos günü "Fat Man" (Şişman Adam) isimli uçak bu kez Nagasaki semalarına ölüm çekirdeğini bıraktı.
9 Ağustos 1945, Nagasaki, Bombadan Oluşan Mantar
 
14 Ağustos'ta Japonya teslim oldu.

Ve tarih bunları yazdı...

Peki "o an" ve sonrasında insanlar neler yaşadı?

40 lı derecelerde bezdiğimiz bu günlerden tam 65 yıl evvel Japonya'da insanlar ani bir sıcak hava dalgası ve 5000 dereceye kadar yükselen sıcaklık dolayısıyla adeta buharlaştılar. Bazısı ilk anda, bazıları ise yavaş yavaş, adeta eriyerek, acılar içinde can verdiler. Hasbelkader hayatta kalanlar ise tanıdıkları, tanımadıkları binlerce insanın gözleri önünde ölmelerini çaresizlik içinde seyrettiler.

Savaşın acıları zaten bomba bu topraklara düşmeden çok evvel dahil olmuştu Japon halkına. Pasifikte savaş başladığından beri açlık ve sefalet vatandaşlık koşulu haline gelmiş, var yok orduya gönderilir olmuştu.

Ve o bombalarla can verenlerin belki de büyük bir kısmının gözü arkada gitti. Yiyemedikleri bir parça pirinç topunun arzusu ve karınlarının gurultusu, şiddetli bir ölümle son buldu.

Bilim belki de insanlık tarihinde ilk defa bu kadar çirkinleşmiş, bu kadar ölümcül hale gelmişti.
Termal Radyasyonla Yanmış Bir Japon

Nihayetinde Pasifikteki kanlı çarpışmalar sona ermiş, ama bir kez daha "filler ve çimen" önermesi doğrulanmış, olan çimenlere olmuştu.Sonuç ölen onbinler, sakat onbinler ve etkisi evladiyelik DNA bozucu o korkunç radyasyon...




Şimdi 2010 yılındayız. 6 Ağustos'da Hiroşima'da yapılan törenlere, Başkan Obama'nın talimatıyla ilk kez ülkede bulunan ABD büyükelçisi de katıldı. Japonlar Obama'ya verilen Barış Nobeli sonrası bu törenlere davetlerini artırdılar. The New York Times'ın haberinde 79 yaşındaki, bombalamalardan sağ kurtulan ve Hiroşima Barış Müzesi eski müdürü Akihiro Takashi "65 yıl geçtikten sonra özür dilemek için bir sebep yok." diyor ve ekliyor "Biz Başkan Obama'dan burada gerçekten nelerin yaşandığını kendi gözleri ile görmesini istiyoruz. Bu ona nükleer silahları ortadan kaldırmak için daha güçlü bir irade verecektir."

Hiroşima'nın Bombalanmasının 65.yılı anma töreninde Motoyasu nehrine kağıt fenerler bırakıp, kurbanlara dua eden çocuklar.

Başkan Obama Prag'da Medvedev ile nükleer silahları azaltma ile ilgili antlaşmalar imzalıyor. 7 yıl içerisinde sahip oldukları nükleer silahları üçte bir oranında düşürmeyi hedeflediklerini iddia ediyorlar. Bu cephede sanki herşey toz pembe gibi bir görüntü verilmeye çalışılıyor dünya kamuoyuna.

Peki seçim öncesi Irak ve Afganistan ile ilgili barış dolu vaatler ile seçmen karşısına çıkan ama Bush dönemi siyasetinden farklı adımlarını henüz görmediğimiz, kanlı ellerini henüz yıkamamışken, avuçlarına nobel barış ödülü bırakılan bir başkanın vaadlerine ne kadar itibar edilir?Bu hareketler olsa olsa İran, Suriye gibi başlarını kaldırmalarına müsaade etmek istemedikleri ülkelerin geliştirmekte oldukları nükleer programları engelleme hakkını kendilerinde görebilmek için yapılmış riyakar adımlardır.

Gerçek iyi niyet, gerçek barışçıl yaklaşım ancak Iraktan Afganistana dünyanın dört bir yanına bir tümör gibi invazyon göstermiş militarist ve işgalci yapılanmanın sonlanması ile ikna edici olur.

Resmi olarak silahlanma için nükleer teknolojiyi kullandığı iddia edilen İran, dünyanın en önemli nükleer silah rezervlerinden biri olan ABD tarafından olabildiğine sıkıştırılırken, yanıbaşındaki İsrail'in her gün defalarca insanlık suçu işlediği ve nükleer silahlarını & teknolojisini inkar etmediği halde herhangi bir yaptırıma maruz kalmaması barışçı(!) niyetlerin halisliği konusunda bir kanaate varmamıza yardımcı oluyor.

Bu hazin olayın yıldönümünde tüm dünya insanları olarak tekrar 6 - 9 Ağustos ve türevleri yaşanmasın diye birlikte ve dik durmalıyız. Gösterişlere aldanmayıp, gerçek nükleer ve askeri devlet anlayışından arınılması için hep birlikte adeta "eller yukarı !" dercesine filleri ürkütmeliyiz. Yoksa yine çimenler ezilecek ve filler yoluna devam edecektir vesselam...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Merhaba, Konnichiwa

merhabalar,
birşeyler karalayalım, kafa dağınıklığını burada düzene sokalım, bir nokta da biz bırakalım bu alem-i internette deyip çıktım yola.

vira bismillah...